Pazartesi, Aralık 23, 2024
Ana SayfaBilimATATÜRK, BİLİM VE SANAT

ATATÜRK, BİLİM VE SANAT

Atatürk’ ün Bilim ve Güzel Sanatlar Konusundaki Düşünce ve Önerileri ve bunların uygulanış prensipleri. Bu konuşmaların ana amacı Türkiye’nin doğuş ve kuruluşundaki Atatürk  Devrimleri içindeki, Bilim, Kültür ve Güzel Sanatlar konularında ki, düşüncelerini ve bu hususta kurduğu kurum ve kuruluşların yeniden düzenlenmesindeki düşünce ve prensiplerini ortaya koymak ve genç nesillerimize o günleri yaşamış bir kişi olarak bu yeni kuruluşların hayata geçirilmesindeki zorluklar ve bu zorlukları aşmada büyük Atatürk’ün gösterdiği, ileri görüşlülüğü, azim ve iradeyi anlatmaktır. Atatürk’e göre “Türk milletini son asırlarda geri bırakmış olan kurumları kaldırarak milletin en yüksek çağdaş gereklere göre ilerlemesini sağlamak, yeni ve çağdaş kurumlar koymuş olmak” devrimi ifade etmektedir. Esas amaç çağdaş, medenî bir toplum haline gelmektir. Büyük zaferin kazanılmasından sonra yok olan, bozulan eski düzenin yerine yeni düzen kurulmaya başlanmış; sosyal hayatın ihtiyaçlarına göre topluma ve devlet hayatına yeni şekil ve düzen verilmiştir. “Çağdaşlık yolunda yürümek ve muvaffak olmak şart, hayatidir” diyen Atatürk, milletimizi çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracak ileri bir zihniyetin yerleşmesi çabası içinde idi. Bu amaçla devlet ve toplum hayatında yapılan kökten değişiklikler, inkılâplar (devrimler) birbirini izlemiştir. Atatürk’ ün en önemli inkılâpları (devrimleri) özetle şunlardır:

I- Siyasal Alanda Yapılan İnkılâplar

1. Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922),

2. Cumhuriyetin İlânı (29 Ekim 1923),

3. Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924),

II-Toplumsal Yaşamada Yapılan İnkılâplar:

1. Şapka Giyilmesi hakkında Kanun (25 Kasım 1925),

2. Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlıklar ile birtakım unvanların men ve ilgasına dair kanun (30 Kasım 1925),

3. Beynelmilel (Uluslararası) rakamların kabulü hakkında kanun (20 Mayıs 1928),

4. Beynelmilel (Uluslar arası) Saat ve Takvim hakkındaki kanunların kabulü (26 Aralık 1925),Kabul edilen bu kanunlarla Hicri ve Rumi takvim uygulaması kaldırılarak yerine Miladi takvim, Alaturka saat yerine de Uluslar arası saat sistemi uygulaması benimsenmiştir.

5. Ölçüler Kanunu (26 Mart 1931). Bu kanunla ölçü birimi olarak medeni milletlerin kullandıkları metre, kilogram ve litre kabul edilmiştir.

6. Lakap ve Unvanların kaldırıldığına dair kanun (26 Kasım 1934),

7. Bazı kisvelerin (kıyafetlerin) giyilmeyeceğine dair kanun (26 Kasım 1934)

8. Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934),

9. Gazi Mustafa Kemal adı Cumhurbaşkanımıza(Atatürk) soyadı verilmesi hakkında kanun. (24 Kasım 1934),

10. Kadınların medeni ve siyasiî haklara kavuşması:

a-) Medeni Kanunla Sağlanan Haklar,

b-) Belediye seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan, kanunun kabulü (3 Nisan 1930),c-) Anayasada yapılan değişiklikle kadınlara millet vekili seçme ve seçilme hakkını tanınması (5 Aralık 1934),

III- Hukuk alanında Yapılan İnkılâplar:

1. Seriye Mahkemelerinin Kaldırılması ve yeni Mahkemeler Teşkilâtının kurulması kanunun (8 Nisan 1924), 2. Türk Medenî Kanunun (17 Şubat 1926), Dini Hukuk sisteminden ayrılarak lâik çağdaş hukuk sisteminin uygulanmasına başlanmıştır.

IV- Eğitim ve Kültür Alanında Yapılan İnkılâplar:

1. Tevhid-i Tedrisat Kanunu (3 Mart 1924),

Bu kanunla Türkiye dahilindeki bütün bilim ve öğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır.

2. Yeni Türk Harflerinin Kabul ve Uygulanması hakkında kanun (1 Kasım 1928),

3. Türk Tarihi Tetkik Cemiyetinin kuruluşu (12 Nisan 1931).

Cemiyet dana sonra Türk Tarih Kurumu adını almıştır (3 Ekim 1935).

Kültür alanında yeni bir tarih görüşünü ifade eden kurumun kuruluşu ile Ümmet tarihi anlayışından millet tarihi anlayışına geçilmiştir.4. Türk Dili Tetkik Cemiyetinin kuruluşu (12 Temmuz 1932). Cemiyet daha sonra Türk Dil Kurumu adını almıştır (24 Ağustos 1936). Kurumun amacı: Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu dünya dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmektir.

Atatürk 1936 yılında;

“Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür ve Millî kültürümüzü çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkaracağız.” sözleriyle de bu konuya ne kadar önem verdiğini bir kere daha vurgulamıştır. Atatürk’ün kültür politikası, Türk vatandaşlarını tek bir kültür altında birleştirmek ve bu suretle diğer uygar ulusların kültürleri ile aynı seviyeye çıkarmak gayesini güdüyordu. Atatürk, Türk gelenekleriyle, Batı çağdaşlığının uyum içinde kaynaşmasının mümkün olduğuna inanıyordu. Onun için öncelik Türk ulusunun modernleşmesiydi. Atatürk’e göre devletin sağlam bir temele dayanabilmesi için toplumun düşünce, duygular, Cumhuriyet ve Cumhuriyetin ilerici hedeflerine paralel olmalıydı. 1923 yılında Cumhuriyetin ilân ve daha sonra yukarıda saydığımız reformlardan hemen sonra Atatürk’ün önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türkiye’nin kültürel gelişimini desteklemeye başladı.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Atatürk’ün dil devrimine katkısı iki türlü olmuştur:

Bunlardan birincisi 1928 de yeni Türk Alfabesinin getirilmesi, ikincisi konuşmaların çoğunu anlayamayan Türkler için anlaşılamaz olan sözcüklerin değiştirilmesidir. Yeni Türk Alfabesinin getirilmesi, ikincisi sözcüklerin değiştirilmesidir. Yeni Türk Alfabesi Türkçe yazılımlarda kullanılan alfabelerin en uygunuydu. Bu suretle Okuma-Yazma Bilenlerin oranı 1924 yılında % 9 iken 1975 yılında % 60 yükselmiştir. Bu yükselmedeki tek neden, yeni Türk Alfabesinin, sadeliği, basitliği ve Atatürk’ün başlattığı eğitim seferberliğidir. Türk toplumunun kaderini değiştirerek, bir milleti yok oluş sınırından aydınlığa taşıyan büyük önder Atatürk’e saygı ve hayranlık duymamız gereken en önemli nedenlerden biri de budur. Temmuz 1932’deki Türk Dili Tetkik Cemiyetinin kuruluşundan hemen sonra “Bölgesini ve onurlu bağımsızlığını korumayı bilen Türk Milleti, dilini de yabancı dillerin esaretinden kurtarılmalıdır” sözleriyle dil devrimini özgürleştiren Atatürk’ün gayesi, millî varlığımızın temel öğelerinden biri olan Türk Dilinin kuşaklar arasında birleştirici ve bütünleştirici özelliklerini göz önünde bulundurarak yeni kuşaklarda Türk dil sevgisini ve bilincini kökleştirecek geliştirecek ve yaygın hale getirecek önlemlerin alınmasını ve bu konuya yönelik çalışmaların yapılmasını önemle öngörmüştür. Alfabe değişiminden hemen sonra Mustafa Kemal Atatürk, ilgisini tarihe yöneltmiştir. Türk ulusunun büyüklüğüne ve üstün uygarlık yeteneklerine içten inanan Atatürk, Türk milletinin en uygar milletler düzeyine çıkması için öncelikle tarihini bilmesi ve bunun içinde tarihini ilk kaynaklardan araştırarak öğrenmesi gerekliliğine inanıyordu. Bu doğrultuda Atatürk, Türk tarihiyle ilgili konular, incelemek ve sonuçlarını millete yaymak amacıyla yukarıda belirtildiği üzere Türk Tarih Kurumunu kurmuştur.

Atatürk tüm bilim ve sanat kollarını ülkenin en ücra köylerine kadar yaymak istiyordu.Bu amaca ulaşmakta en önemli araç halk evleri ve halk odalarıydı. Halk evleri; insanları fiziksel, zihinsel ve entelektüel anlamda yükseltmek ve boş zamanlarını eğlence ve kültürel faaliyetlerle doldurmak amacıyla tasarlanmıştır. Halk evleri çeşitli gösteri sanatlarının sergilenmesi ve Türk halkının bunlardan faydalanması için önemli bir yer haline geldi.

Halk evlerinde konferanslar, dersler, oyunlar, toplantılar, kütüphaneler, yayınlar, spor faaliyetleri, konserler ve sergilerin yanı sıra çeşitli konularda rehberlik sağlanıyordu. Türkiye’de bir Devlet Tiyatrosunun kurulmasının temelleri, ülkenin modernleşmesinde tiyatroyu önemli öğe olarak gören Atatürk’ün zamanında atılmıştır.

Bu konu doğrultusundaki en önemli adım kadınların tiyatro mesleğine girmeleridir. Bu konu ile ilgili olarak Atatürk Türk kadınının özgürce sahneye çıkabileceği konusunda güvence vermiştir. Türk kadınları ilk kez, 1923 yılında Vedat Orfi’nin müzikal komedisi “Balo Kaçakları” adlı oyunda sahne almış ve o tarihten itibaren yetenekli sayısız Türk kadın oyuncu, yapımcı ve yönetmenin yolu açılmıştır.

1 Kasım 1936 tarihinde Atatürk Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışında şöyle demiştir: “Güzel sanatlara da ilginizi yeniden canlandırmak isterim. Ankara’da bir konservatuar ve bir tiyatro akademisinin açılmış olduğunu hatırlatmak benim için büyük bir zevktir. Güzel sanatların her kurumu için Kamutayın göstereceği ilgi ve emek, milletin insanca ve uygar yaşamın ve ulusal üretimin artmasını etkileyecektir. Atatürk özellikle müzik alanındaki fikirlerini açıkça ortaya koymuştur. Müzikle ilgili bu fikirlerden aynı zamanda diğer alanlardaki sanatçılara bilgi vermek ve yol göstermek amacıyla da yararlanılmıştır.. Atatürk, 1 Kasım 1934 tarihinde Millet Meclisinde yaptığı konuşmada bir ülkenin ne kadar değiştiğinin müzikteki aldığı derece ile ölçülebileceğini vurgulamıştır.

 Çağdaş Türkiye’nin müzik tarihi ile ilgili bazı dönüm noktaları aşağıda belirtildiği gibi sıralanabilir.

1. 1924 – Saray Bandosu Devlet Orkestrası olarak adlandırıldı

2. 1924- Müzik Öğretmenleri Eğitim Okulu kuruldu. Bu okul sonraları Devlet Konservatuarı’na dönüştü.

3. 1926- Genç Müzisyenler geleneksel kaynaklardan halk besteleri toplamaya başladılar. Bunun temelleri, Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin ve Halil Bedif Yönetken gibi derlemeciler tarafından oluşturuldu.

4. 1927 de Devlet genç yetenekleri yurt dışında devlet bursu ile okumaları için seçmeye başladı.

5. 1932 – Yabancı Müzisyenler, öğretmenler, orkestra şefleri ve besteciler Türkiye’ye çağrıldı. Bunların arasında Joseph Marx., Paulttin de Mith, Bela Bartok ve Eduward Zuekmayer gibi ustalar bulunmaktaydı.

Yine 1934 yılında Atatürk’ün girişimiyle İran Şahı’nın Türkiye’yi ziyaretlerini onurlandırmak amacıyla, İran-Türk dostluğunu bir masal olarak simgeleyen “Özsoy” oyununun Adnan Saygun tarafından “Feridun” adı ile opera olarak bestelenmesi, Türk operasının kuruluşundaki ilk ve en önemli adım olmuştur. 16 Mart 1923 tarihinde Adana’da sanatçılara seslenen Atatürk şöyle söylemiştir; “Bir milleti yaşatmak için bir takım temel işlere ihtiyaç vardır ve biliniz ki bu temel işlerin en önemlilerinden biri sanattır. Bir millet sanattan ve sanatkârdan yoksunsa tam bir hayat yok demektir. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat, aksayan biri gibidir. Hatta söylediklerimi söylemek istediklerimi belirtmeye yeterli bile değildir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.

Atatürk 1935 yılında yapmış olduğu bir konuşmada “Bir ulus ki resim yapamaz, bir ulus ki bilimin gerektirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli ki o ulusun ilerleme yolunda yeri yoktur. Oysa bizim ulusumuz gerçek nitelikleriyle ilerleyecektir.” sözleriyle Türkiye’de resim ve heykel sanatlarına verdiği önemi belirtmiş ve bu sanatların Türkiye’nin uzak köşelerine kadar girerek büyük kitlelere yayılmasını mümkün kılmıştır. Osmanlılar zamanında 1883 de “Sanayi Nefise Mektebi Alisi” olarak kurulan yüksekokul 1926 da Atatürk’ün emriyle “Güzel Sanatlar Akademisi” ne dönüştürülmüş ve Fındıklıda çifte Saraylardan önce birine, sonra ikisine taşınmıştır. 10 Eylül 1937 de Atatürk tarafından açılışı yapılan Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesindeki İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, 1939 yılında başlayan yıllık Devlet Resim ve Heykel Sergisi geleneği devam ederek bugün de Türk sanat ve başyapıtları büyük bir gururla sunulmaktadır.

Cumhuriyet devrinde Anıt ve Heykeller yaptırma hareketi 1925 de başlamıştır. O dönemde, Türkiye’de Türk heykeltraşlar bulunmadığından yabancı heykeltraşlar çalışmışlardır. 1925 Ankara Ulus Meydanında bir zafer anıtı yaptırılması girişiminde bulunulmuş. Ankara Belediyesi’nce bir yarışma açılmıştır. Birinciliği Viyanalı Heykeltraş H.Krippel kazanır. Ankara’dan sonra aynı heykeltraşa İstanbul’da Sarayburnu Parkı’nda bir Atatürk heykeli daha yaptırılmıştır. Krippel bundan sonra Konya’da ve Samsun’da ki Atatürk heykellerini yapmıştır. Sarayburnu’nda ki Atatürk anıtı 3 Ekim 1926 da açılır. İstanbul’da, Taksim’de ve İzmir’de ki 9 Eylül Atatürk anıtların’da İtalyan Heykeltraş Canomika yapmıştır. Bu ilk Anıt-heykellerden sonra Türk Heykeltraşlarda Anıtlar ve Heykeller dikmeye başlayacaklardır. Bu heykeltraşlarımız: Zühtü Müridoğlu, Nejat Sürel, Ali Hadi Bara, Hüseyin Ankaözkan, Nusret Suman, Sadi Çalık, Yavuz Görey, İlhan Koman, Hüseyin Gezer, Teoman Germaner, Tamer Başoğlu, Ferit Özşen, Namık Denizhan’dır.

Atatürk Döneminde Türkiye’de Şehircilik ve Mimarlık:

Cumhuriyetin ilân günlerinde, ülkemizdeki şehircilik ve mimari çalışmalar tamamiyle durgun bir halde idi. Tek mimarlık okulu olan Sanayi Nefise Mektebi Alisi 1883 yılında Ressam Osman Hamdi Bey tarafından kurulmuştu. Büyük Atatürk 1923 de şöyle diyordu: “Bir Millet sanattan ve sanatçıdan yoksunsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve hasta bir kimse gibidir. Hatta kastettiğim anlamı bu söz bile belirtmeye yeterli değildir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur.” 1925’te Milli Eğitim Bakanlığı görevine başlayan Mustafa Necati Bey 1926’da yaptığı konuşmada: “Güzel sanatlar üzerinde de önlemler almak gereğini duydum. Sanayi Nefise Alisi Mektebi Güzel Sanatlar Akademisi’ne dönüştürülmüştür. 1926 yılında “Güzel Sanatlar Akademisi” olarak adlandırılan yüksekokul Fındıklı’daki Hatice Sultan Sarayı’na taşınmış ve daha sonraları yanındaki diğer sarayda (eski Edebiyat Fakültesi) eklenerek ve aralar birleştirilerek oldukça büyük bir Güzel Sanatlar Akademisine dönüşmüş, 1982 yılında da Mimar Sinan Üniversitesi’ne geçmiş bulunmaktadır. Ressam Namık İsmail, 1927 Haziranında Güzel Sanatlar Akademisi’ne müdür olmuştur. Prof. Egli de 1930 da Akademi Mimarlık Bölümü Başkanlığına getirilmiştir. Bu arada Mühendis Mektebi Alisi, Yüksek Mühendis Mektebine dönüşmüş ve 1943 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi olmuştur. Yıldız Şimendifer Teknisyenleri okulu önce Yıldız Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’ne 1982 de ise Yıldız Teknik Üniversitesi’ne dönüşmüştür.

Ankara, Atatürk’ ün döneminde başkent olduktan sonra Alman Şehircilik Uzmanı Jansen Ankara’nın şehircilik projelerini düzenledi ve bu proje Ankara’ya uygulandı. Bu arada Avusturalyalı Mimar Clemense Holz Meister Ankara’da da Atatürk’ün Çankaya’da ki Cumhurbaşkanlığı köşkü ile Türkiye Büyük Millet Meclisi binasını ve pek çok bakanlığı projelendirmiştir. Alman Mimar Prof. Paul Bonatz ise, Ankara’da Şükrü Saraçoğlu mahallesini ve Devlet Opera Binasını inşa etmiştir. 1933 de Almanya’dan Nazi rejiminden kaçan Brunıo Taut ise Ankara’da Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi Binasını inşa etmiş ve sonrada İstanbul Güzel Sanatlar Akademisine Profesör olarak gelmiştir. Anlattıklarımdan anlaşılacağı üzere Atatürk döneminde, Ankara ve İstanbul’da gerek şehircilik gerekse Mimari konularında Avrupa’dan özellikle Almanya, Avusturya ve Fransa’dan uzmanlar getirilmiştir. İstanbul’da ise, Fransız Şehircilik Uzmanı Henry Prost getirilmiştir. Atatürk döneminden evvel İstanbul’da Balyan’lar, Mimari Vallaury (Duyunu Umumiye binası) sonraları İstanbul Lisesine dönüşmüştür. Türk Mimarlarından ise; Prof. Sedat Hakkı Eldem; Prof. Emin Onat; Prof. Seyfi Arkan; Prof. Kemal Ahmet Şöhrete erişmiş Mimar nesillerini yaşatmışlardır. Prof. Eldem ve Prof. Onat İstanbul’da İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi ve İstanbul Adalet Sarayı Binalarını, Prof. Onat, Doçent Orhan Arda ile Atatürk Anıtkabir yapısını yaparak, Prof. Seyfı Arkan ise İstanbul’da Atatürk’e Florya Deniz Köşküm, Ankara’da ise İller Bankası yapılan ile Prof. Kemal Ahmet Aru’da İst.’da Levent I, II, III ve IV. cü Mahalleleri, Etiler ve arkadaşları mimarlar ile, Sheraton Otelini yapmışlardır.

Atatürk döneminde Avrupa’ya gönderilmiş olan ve orada yetişen mimarlar, Güzel Sanatlar Akademisine, İstanbul Teknik Üniversitesine ve Yıldız Akademisi’ne öğretim üyesi olarak tayin edilmişler ve Türkiye’ye büyük hizmetlerde bulunmuşlardır.

Sonuç olarak: Ulusal bağımsızlık ve devrim tarihimiz üç aşamadan oluşmaktadır.

Birincisi: “Kurtuluş” İkincisi “Kuruluş”, üçüncüsü de bugüne kadar süregelen “Kalkınma” dönemleridir.

Birinci Dönem: Atatürk’ün asker yönü, kumandan yönüdür. Bu yönü ile Atatürk kurtuluş savaşını başlatarak yurdu işgal etmiş olan o zaman ki düşmanların hepsini teker teker yenerek Türkiye’yi istilacılardan kurtarmıştır.

İkinci Dönem: Atatürk’ün devlet adamlığı yönüdür. Titizlikle yasalara saygılıydı. TBMM’nin kuruluşu ile ve Cumhuriyetin ilânı ile sonuçlanmıştır.

Üçüncü dönem: Devrimci, önder, sanatçı ve bilimci kişiliği ile.

“Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür.”

“Millî kültürümüzü çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkaracağız”

“Türk çocuğu atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.”

“Türk Milletinin tarihi vasıflarından biri Güzel Sanatları sevmek ve onda yükselmektir.”

“Dünyada herşey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başkaları için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir.”

“Dünyanın her tarafında öğretmenler insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır.”

Vecizelerini söyleyen Atatürk 1938 yılı 10 Kasımda vefat etmiştir.

Atatürk’ün Ankara’daki Anıt Kabri bir yarışma sonucu Prof. Emin Onat ve Orhan Arda tarafından kazanılmış ve 1943 de sonuçlanan projelerinin 1944 ‘de inşasına başlanmış ve 10 Kasım 1953 de Anıtkabir bitirilerek, Atatürk geçici kabri olan Ankara Etnografya müzesinden alınarak, Ebedi Kabri Anıt Kabir’e nakledilmiştir.

Atatürk döneminden evvelki Osmanlı döneminin ilk zamanlarında resim yerine Minyatür yapılmaktaydı. Osmanlılar döneminde dış ülkelere giderek (bilhassa Fransa’ya) resim eğitimi görenlerden Osman Hamdi Bey 1883 de Sanayi Nefise Mektebi Alisi’ni kurmuştur.Osman Hamdi Bey ve arkadaşları, Hüseyin Zekai Şeker, Ahmet Paşa, Süleyman Seyit, Hoca Ali Rıza, Şevket Dağ gibi natüralist ressamlar, Fransa’daki hocaları Leon Gerome’un Kat Natüralizmini sürdürmüşlerdir.

Bundan sonraki dönemde Emperyonist akımın hâkim olduğunu ve Çallı İbrahim, Nazmi Ziya, Avni Lifij gibi değerli ressamların bir bölüm yaşamı Atatürk döneminde geçer.

Bundan sonraki dönemde:Seref Akdik, Avni Arbaş, Nurullah Berk, Sabri Berkel, Şefik Bursalı,Mahmut Cüda, İbrahim Çallı ,Şevket Dağ, Cevat Dereli, Halil Dikmen, Fehraman Duran, Devrim Erbil, Dinçer Erimez, Turan Erol, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Neşet Günal, Namık İsmail, Zeki Faik İzer, Edip Hakkı Köseoğlu, Avni, Fikret Mualla, Hikmet Onat, Ayetullah Sümer, Cemal Tollu, Eşref Üren , gibi şöhret sahibi olmuş ressamlarımız Atatürk’ün Güzel Sanatlar’da yapmış olduğu reform sayesinde yetişmişler ve ünlenmişlerdir.İbrahim Çallı, Feyhaman Duran, Namık İsmail, Edip Hakkı Köseoğlu’nun Atatürk portleri ünlüdür. Atatürk’ün Anıt Kabrinin inşaatında çalışan mimarlar, heykeltraşlar ve diğer sanatçılar Atatürk’ün yönlendirmesi ile yetişmişlerdir. Bu da gösteriyor ki Büyük Atatürk Anıt Kabrini de kendisi fikirleriyle inşa etmiştir.

NOT: Bu konferans, 17 Aralık 2002 Tarihinde Atatürk Araştırma Merkezi Adına Edirne’de verilmiştir.

Prof. Dr. Muhteşem Giray*

*Haliç Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü

Kaynak: ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 54, Cilt: XVIII, Kasım 2002  

RELATED ARTICLES
- Advertisment -

Son Güncel Haberler

Yorumlar